elektrik port üyelik servisleri elektrik port üyelik servisleri

Aydınlatmanın Tarihçesi |
Ateşten Gazyağına

Uygarlık tarihinin başlangıcından itibaren aydınlatma, insanoğlu için vazgeçilmez bir konu olmuştur. Tarih öncesi çağlarda ateş ile başlayan aydınlatma, bugünün teknolojik şartlarında LED lambalarla devam etmektedir. Yazı dizimizin bu bölümünde ateşten gaz yağına doğru giden süreci kısaca inceleyeceğiz.



A- A+
11.03.2015 tarihli yazı 120412 kez okunmuştur.
 
İlk insanlar, ateşin gücünü orman yangınları ve düşen yıldırımlar sayesinde ve biraz da şans eseri fark etti. Hem ısınmak hem de tehlikelerden korunmak için ateşin kullanılabileceği kısa sürede anlaşıldıktan sonra sorun yanan bir ateşin sürekliliğini sağlamak oldu. İnsanın günümüzden 800.000 yıl kadar önce ateşi yemek pişirme amacıyla kullanmaya başladığı, 70.000 yıl önce de ateşi kontrollü kullanarak, karanlık mağaraların duvarlarına oyma veya boyama yaparken ateşin yaydığı ışıktan faydalandığını söyleyebiliriz.  
 

  
    
Tarih boyunca ateşin sıcaklık veren, aydınlığının doğaüstü bir gücü, sihirli bir yetenek ve hatta Prometheus gibi mitolojik bir tanrının kontrolünde bir güç olduğuna inanılmış. İnsanlar ateş üzerinde hayvan yağının tutuştuğunu fark edince, haznesini taştan ve balçıktan yaptıkları, içinde hayvan yağları yakılan, yine hayvan kılından veya kara yosunundan yapılmış fitillerin eklendiği, kandil şeklindeki ilk yağ lambalarını icat etti. Lamba haznesi olarak deniz kabukları ve boynuz gibi çok çeşitli şeyler de kullanılmıştır. Arkeolojik çalışmalar ülkemiz coğrafyasında zeytin, susam ve balık yağlarının da yakıt olarak kullanıldığını göstermiştir.  
 

 
   

Mum ile Aydınlatma

 
Günümüzdeki
mumlara benzeyen örneklerin, ilk kez Romalılar tarafından yapıldıklarına dair kanıtlar mevcuttur. Romalılar don yağını sıvı hale getirerek keten ipliğini ya da pamuk ipliğini fitil olarak kullanarak mumlar döküyorlardı. Romalılar bu mumları dini ayinlerde kullandıkları kadar ayrıca evlerinde ve yolculuklarında aydınlatma aracı olarak da kullanmaktaydılar. Ortaçağ boyunca mumların dini ayinlerde kullanılması daha yaygın hale gelmiştir. 
  
 
 
 
Ortaçağda balmumu, mum yapımında kullanılmaya başlanır. Bu balmumu mumları, Romalıların don yağından yaptığı mumlara benzer şekilde yapılmaktaydılar. Balmumu don yağından sonra mum yapımında etkileyici bir gelişmedir. Ama sınırlı miktarlarda olması pahalı olmasına neden olmuş ve bu nedenle sadece ruhban sınıfı ve üst tabakaya hitap etmiştir. İlk Amerikan Kolonileri meyve kabuklarının parafin yapabildiklerini keşfetmişlerdir. Ürettikleri parafin ile mum yaptıklarında mumların iyi yandıklarını ve hoş bir koku yaydıklarını farkettiler. Bununla beraber meyve parafininin yapılışı zor ve yorucuydu.   
 

 

  
 

18. yüzyılda balina endüstrisi yaygınlaşmıştı ve balina yağı bol miktarda bulunabilmekteydi. Mum yapımında balinadan çıkarılan yağ don yağının, balmumunun ve meyve parafininin yerini alır. Balina yağından elde edilen parafin ile yapılan mumlar kötü bir koku yaymakla birlikte sıcak yaz aylarında şekillerini koruyabilmekteydiler. İngiltere’de ise balina sperminin dondurulmasıyla elde edilen ispermeçetten, daha parlak ışık veren ve daha kokusuz mumlar yapılmıştır. 
 
  
19. yüzyıl mum ve mum yapımı ile ilgili bir dönüm noktasıdır. İlk patentli mum yapımı makinaları ortaya çıkmıştır. Bu buluş ile mumlar her eve ve tüm zümreye ulaşmıştır. Aynı zamanda kimyager Michel Eugene Chevreul don yağı ve hayvan yağlarının çeşitli yağ asitlerinden oluştuğunu keşfetmiş ve sterik asiti bulmuştur. Sterik asit buluşu ile mumların kalitesi artmaya başlar. Ayrıca 19. yüzyılda örgü fitiller bulunarak mumların yanış özellikleri de iyileştirilmiştir.
  
    
 
19. yüzyılın yarısında günümüzde kullanılan parafin İngiltere'de kullanılmaya başlanır. Böylece parafin ticareti ortaya çıkmıştır. Tüm bu buluşlar ile parafin sterik asit ile karıştırılarak ucuz, kaliteli ve kokusuz mumlar üretilmeye başlanmıştır.
 Günümüzde mum piyasası mumseverlere parafin, soya parafini, balmumu ve yeni trend jel'den üretilen geniş mum seçenekleri sunmaktadır. Bu mumlar sayısız renk, şekil, dizayn ve kokuda üretilmektedirler. Mumlar artık sadece aydınlatma aracı değil ev dekorasyonumuzun vazgeçilmez bir aksesuarıdır.  
 

İlk Lambalar

 
MÖ 2000’li yıllarda kum, soda ve kayatuzunun sıcakta işlenmesi ile cam işçiliği başladı ve bu alandaki gelişmeler lamba tasarımında bir çığır açtı. 18. yüzyıla kadar cam veya metal hazneli, son dönemde petrol türevi yakıtlı ancak temelde hep aynı prensiple çalışan lambalar ve kandiller yaygın olarak kullanılmıştır. Bunların genel sorunu, çok yoğun koku yaymalarının ötesinde, iyi kalitede renkli görmeyi zorlaştıran turuncu renkte bir ışık vermeleri ve çıkan karbondioksitin ve nemli isin zamanla bacada birikerek ışık çıktısını azaltması idi.

Ülkemizde de eskiden geceleri içlerinde yağ kandilleri bulunan fenerler elde taşınır, varlıklı kişiler bunlarla evlerinin önünü kendileri aydınlatırmış. IV. Murat döneminde yatsı namazından sonra elde fenersiz dolaşmanın yasaklandığı bilinmektedir. Mimar Sinan’ın yaptığı Selimiye Camisi uzun süre gazyağı lambaları ile aydınlatılmış, hatta 1692 yılında lamba yakılması işlemleri sırasında düşen bir yıldırım beş çalışanın ölümüne neden olmuştur.
 

Yağ lambalarının ışığı sürekli dalgalanıyor, ama mumlara göre daha fazla ışık veriyordu. Alev tabanlı ışık kaynaklarının aydınlatması, lamba içinde kullanılan yanıcının içeriği, yakıcının tipi ve şekli, yakıcıyı çevreleyen hava ve baca geometrisi gibi etkenlerle değişiyordu. Düşük kaliteli ancak pratik ve uzun süreli kullanılabilen bu ışık kaynakları, evlerde mumlar ile birlikte kullanılmıştır. Almanya’da gerçekleştirilen Hefner lambası, alev standardı lambası olarak 1948 yılına kadar bilimsel ölçümlerde kullanılmıştır. 
 

 
 

 

18. yüzyıl sonlarında, sanayileşen birçok ülkede eldeki ışık kaynaklarının parlaklığı ve aydınlatıcılarda kullanılan yakıcıların verimliliği tartışılırken, gaz şirketlerinin baskısı altında gaz lambalarının kullanımı yaygınlaştı. Bu tip lambaların parlaklığı kontrol edilebiliyor, depolama kapasitesine göre uzun süreli çalıştırılabiliyorlar, üstelik daha az bakım gerektiriyorlardı. Gaz lambaları sayesinde akşamları da çalışmak mümkün olmuştu. Ancak o dönemde birçok tiyatro ve gösteri salonunun yanarak kül olmasının nedeninin de gaz lambaları olması dikkat çekicidir.  
 

 

  

  

 

Uluslararası Aydınlatma Komisyonu’nun (CIE) kurulması da 1900 Paris Uluslararası Gaz Kongresi’nde olmuştur. Ülkemizde ilk kez 1856 yılında Dolmabahçe Sarayı’nın içinde bir gazhane kurularak saray aydınlatılmasında buradan yararlanılmış, elde edilen gaz fazlası ile Sultan Abdülmecid döneminde Beyoğlu bölgesi de aydınlatılmıştır. İstanbul’da zamanla Kuzguncuk, Yedikule, Hasanpaşa gazhaneleri kurularak bu uygulama genişletilmiştir. Sultan II. Abdülhamit’in elektriğin tehlikelerinden çekinmesi, elektrik enerjisinin yerleşmesini biraz geciktirmiştir. 1913 yılında İstanbul Silahtarağa’da ilk elektrik santralinin kurulması ve 1920’lerden sonra yaygın olarak elektrik kullanılmaya başlanmasıyla birlikte aydınlatmada havagazı kullanımı önemini yitirmeye başlamıştır. 
 
 

 

Alper COPLUGİL



Aktif etkinlik bulunmamaktadır.
ANKET
Endüstri 4.0 için En Hazır Sektör Hangisidir

Sonuçlar